top of page

 

 

 

BİLGEHAN

 

 

 

 

Yazan:Bilge SESLİ/14 Nisan 2014

2 saati geçmişti.O iki yana açılan soğuk,sevimsiz  ameliyathane  kapısı inat ediyor açılmıyordu.Önce oğlumun gelip önümden geçip gitmesini sonra doktorumuz tebriğini kabul edip hayat arkadaşımın sedyede  gelirken yarı baygın bana  gülümsemesini ağır çekimde zihnimde oynatıyordum.

Öyle olmadı..!

Güleryüzlü,erkek bir sağlık personeli içeriden çıktı ve” tebrikler sağlıklı bir oğlunuz oldu ve annesi de gayet iyi uyanmasını bekliyoruz”dedi.Her ne kadar zihnimde ki senaryo sıralaması bozulduysa da önemsemedim.Önemsemedim ama süre uzuyordu.O iki yana açılan soğuk,sevimsiz ameliyathane  kapısı içeriden butona basılmak suretiyle açıldı.Soluk yeşil elbisesi ve ayıcıklı bandanası ile  tıpkı filmlerde ki gibi ağzından maskesini usulca çıkardı.  doktorumuz..Bana baktı….Ben de ona baktım……………

–Konuşmalıyız!

–Neden?

–Bir problemimiz var!

–Sessizlik….

–Çocuk cerrahını çağırdık.Endişelenmeyin.Gelince kendisi size durumu izah edecek.”dedi Doğum doktorumuz.Öyle de oldu.

Gelen Uzman:

”Bebeğinizin” dedi…

–Anüsü kapalı????..(Anal Atrezi) hemen ameliyat olarak kolostomi açılması gerekli????  bağırsak karın dış duvarına ağızlaştırılacak ve kakasını bir torbaya yapacak!!!!1 sene sonra tekrar ameliyat olarak anüs açılacak ve sonrasında kolostomi kapanacak.

Ne söylemişti ve Ne kadar kolay söylemişti..ilk defa hiçbir fikrim yoktu.

Başka bir problemimiz daha var dedi.

”Bebeğinizin” yemek borusu da yok.

Sessizlik devam ederken eline kurşun bir kalem aldı ve ilaç firması promosyonu not kağıdına çizmeye başladı anlatarak.

İstanbulu çiziyordu sanki.

Boğaziçini,haliç’i….(TÖF)

”Kalbi delik dedi.

”Ayrıca Kalbi de delik”

Kalp deyince aklıma geldi birden.Son bir saattir atmıyordu zaten.Kalbimin sesini duymuyordum.Gerçek olabilirmiydi?Gerçekten ölmüş olabilir miydim?Bu kadar şanslı mıydım?

Ha bir de böbrekler dedi.

Buzdağının görünen kısmı belirmiş ve ben üşümeye başlamıştım.

Tüm bunların çözümü var mı dediğimde,telefonu kaldırdı.Abla merhaba dedi……

Kendimi  direksiyonda bir ambulansın peşinde buldum.Yirmili yaşlarda İstanbul trafiğinde ambulansların  peşinden hızla araba kullanır trafiğe takılmadan gideceğim yere hızlıca giderdim.Ama bu sefer sirenler içinde oğlum vardı.

Sevk edildiğimiz hastanede herkes ona abla diyordu.Uzman doktorlar,asistanlar ve dostları.Küt kesimli,kıvırcık,kızıl   saçları vardı.Ciddi mizacı almak istediğinizden fazlasını size vermezdi .Cümle içerisinde kullandığı  kelimelerin Türkçe olmasına özen gösterir,söyleyeceğini kısa ve etkili bir biçimde aktarıp,mantıklı sorularınızı cevaplamaktan mutluluk duyardı.Ertesi gün ameliyat öncesi İstanbulu çiziyordu sanki bana.Boğaziçini ve Haliç’i…

İki ameliyatı (Özofagus atrezisi+Kolostomi açılması)aynı anda gerçekleştireceğini söyledi.Ve gitti soluk bej elbisesiyle.

Bense koridorda bekleşen bir düzine  yeşil,ela,kahverengi ,siyah  gözlü akraba ve arkadaşın donuk ,soluk ve boş bakışları arasında 6 saat boyunca yürüdüm.

O iki yana açılan soğuk sevimsiz ameliyat kapısı açıldığında maskesi yoktu.bana baktı.bende ona baktım.

Çok sonraları anladım meleklerin insanların arasında dolaştığını ve hatta hekim dahi olduklarını.

Ben bir melek tanıdım.

Herkes ona abla diyordu.Küt kesimli,kıvırcık,kızıl saçları vardı…

11 gün sonra…

İçeri gelin dedi gözlüklü hemşire.Arkadan bağlamalı mavi yoğun bakım elbisesini düzensizce giyip yanına sokuldum küvezin.Sağ kolunun altında büyük bir bandaj ve karnında kolostomi  torbasıyla hiç mi hiç yorgun görünmüyordu.Biberonu redediyor,sağılan sütü içmek istemiyor  ve kendinden emin bir şekilde etrafa bakıyordu…Çıktım….ve düşündüm…

Bunca güç gösterisi kimeydi!!!!.Doğar doğmaz serumdan eldivenler ve kablolar içerisinde elden ele dolaşmış,6 saatlik ameliyat  boyunca  pes edip 30 saniyeliğine duran  küçük kalbine dayan dayan dayan diyerek direnmiş,yoğun bakımda günlerce  enfenksiyonlarla savaşıp hızlıca ve küçük küçük alabildiği soluklarla cam bir fanusta kendine  tutunmuş bir bebeğin BUNCA GÜÇ GÖSTERİSİ KİMEYDİ?

ANNESİNE….

Eşimi çağırdım hemen.Gözlüklü hemşire gece yarısı içeri aldı onu ilk defa.Ağızdan henüz hiç beslenemediğini biberonu redettiğini tekrarladı.Bu bebeklerde yutma problemi olabileceğini bu şekilde devam ederse gastrostomi açılacağını söyledi.Ama  bir saniye dedi ve aldığı karardan vazgeçmekten korkar bir  hızla küveze yöneldi.Sonra kucağına bıraktı Bilgehan’ı usulca.Annesi ona baktı O da annesine.Emdi sonra tüm gücüyle ve son gücüyle ……

Uyudu sonra….  tüm kaslarının gevşediğini izledik.yorgundu çünkü.Artık uyuyabilirdi.Güçlü olması gerekmezdi.Direnmesine de lüzum

yoktu keza….Annesi vardı…

Çok sonraları anladım her bebeğin  doğar doğmaz tek ama tek amacının annesini görmek ve koklamak olduğunu.

Ona ulaşamayınca bir terslik olduğunu anlamış olmalıydı ve bu yüzden kendini korumaya alıp savaşmıştı.Ta ki onu görene dek.

Bilgehan diğer anomaliler nedeniyle tekrarlayan dört enfeksiyon ve üç büyük  ameliyat daha atlattı.

Ama hiç bir zaman ilk günkü kadar güçlü olması gerekmeyecekti:)

NEŞE

Yazan:Melis Barçın/10 Ocak 2011

Bu yazıyı yazmak benim için hiç kolay değildi. Sadece bizimle aynı durumu paylaşan insanların faydalanması için yazıyorum…

12 Ekim’de Neşe’mi saat 19:25 civarında sezaryen ile doğurdum. Neşe doğduktan hemen sonra çocuk doktoru yenidoğan testi yapmaya başladı. Bir ara çocuk doktorunun, doktoruma bir şeyler denediğini ama olmadığını söylediğini duydum. Hemen ters giden birşeylerin olduğunu anladım. Doktorum hamileliğim sırasında bana bebeğimin midesiyle ilgili bir problem yaşayabileceğine biraz değinmiş, kesin bir şey söylememişti. O sorunla karşı karşıya olduklarını ve kızımın hemen operasyon için hastaneye gitmesi gerektiği söyledi. O kadar rahatlacı ve doğal bir biçimde söyledi ki, bende “anladım” dedim. Ha, neyi anladım, bende bilmiyordum…

Doğar doğmaz Neşe’yi yenidoğan ambulansıyla üniversite hastanesine kaldırdılar. Tabi, ben Neşe’den yarım saat sonra çıktım ameliyathaneden. Malum herkes tedirgin, bende kendime bir türlü gelemediğimden pek bir şey soramadım. Gece eşim olan biteni anlattı. Meğer, Neşe’nin doğuştan yemek borusu yokmuş. Buna tıpta özofagus atrezisi deniyormuş. Yemek borusunun mideye kadar uzanmadığı için ve ağız yolu ile beslenmesi halinde sıvının solunum borusuna kaçarak ölümcül sonuçlar doğuracağından, hemen hastaneye kaldırılmış. Bebeğin yemek borusu olmadığı anlaşılmaz ve o haldeyken beslenirse, süt akciğere kaçıyor ve çocuk morarmaya başlıyor ve hemen farkedilip hastaneye götürülmezse hazin son… Sizde bebeğin emmeye alışmadığını falan zannediyorsunuz. Allahtan böyle bir olay yaşamadan doktorların bilinçli yaklaşımları sayesinde, Neşe hastaneye ameliyat olmak üzere gönderildi. Bende sezeryan doğumdan çıktığım için hemen dışarı çıkıp hastaneye gitmem zaman aldı. Hoş, herkes hemen ayaklandığımı ve bir şeyler olacağından falan korkuyordu. Bende bir an evvel iyileşip minik kızımı ziyaret etmek istiyordum. Dünyaya getirdiğim prensese şöyle bir ayrıntılı bakmak, ona dokunabilmek istiyordum.

Doğumundan 3 gün sonra Neşe ameliyat oldu. Ameliyat yaklaşık 3- 3 buçuk saat sürdü. Doktorlar, yemek borusundaki açıklığın beklediklerinden de uzun olduğunu fakat, yine de iki ucu birleştirdiklerini ve ameliyatın başarılı geçtiğini söylediler. Ameliyatta yemek borusunu birleştirebilmek için “gastric pull up” yöntemini (midenin kaburgaların altına kadar itilmesi) kullanmışlar. Bu yüzden diaframı yırtmak zorunda kalmışlar. Zaten yemek borusundaki açıklığın uzun olması halinde bu ameliyatta ancak böyle yapılabiliyormuş. Gırtlak ile mide arasındaki yemek borusu fazla gergin durduğunu bu nedenlerin dikişlerin oldukça hassas durumda olduğunu söylediler. Bu kadar ayrıntıyı tabi hastaneye gidince öğrendik. Ameliyattan 4 gün sonra hastaneye gidebildim. Yani Neşe’yi, onu doğurduktan 1 hafta sonra gördüm. Bu arada doğum sırasında anestezi uzmanın çektiği tüm fotoğrafları evin her yerine astım. Onun için sütleri biriktiriken, bir yandan da minik kızımla konuşuyordum. İnsan bir şekilde bir bağ kurma ihtiyacı hissediyor.

Hastaneye giderken Ali ile ikimizde içten içe hem heyecanlı hem de stresliydik. Eşim daha çok benim üzülmemden korkuyordu. Yoğun bakım odasına gidip bebeğimi gördüğümde, gözlerime inanamadım. Vücudu çok şişti, ödem yapmıştı. Ufacık bir şeydi ama içi dolu turşucuktu adeta.:) Şimdi böyle gülücükler koyarak anlattığıma bakmayın. Onu gördüğümde hiçte böyle gülmemiştim. Doktorlara bu ödemin nasıl geçeceğini sorduğumda, idrar söktürücü kullandıklarını, bunun ameliyattan sonra beklenen bir komplikasyon olduğunu ve yavaş yavaş geçeceğini söylediler. Olayın ciddiyetini kavrayamadığımdan, vücudunun şişliği, suratındaki bantların iz yapacağı ya da ameliyat izi gibi komik şeylere takılmıştım. Ne kadar sığ düşünüyormuşum…

Kızımı tam anlamıyla ilk defa görüşümün bu şekilde olmasının beni ne kadar üzdüğünü söylememe gerek yok… O gün Neşe’yle bir bağ kuramadığımdan, ( yoğun bakımda ve her yerinden bir kablo sarkıyor. Dokunmak, kucaklamak yasak) benim için çok bir üzücü durumdu. Eşim üzülmemden korktuğu için güçlü durmaya çalıştım ama zaten onu böyle görmek çok zorken, bir de hormonlarınızın altüst olduğu lohusalıkta dengeli durabilmek çok zordu. Babamı arayıp “ben kendimi anne olmuş gibi hissedemiyorum” diye ağladığımı hatırlıyorum. O da çaresizce bir kaç kelime yuvarlayıverdi konunun hemen kapanmasını istercesine… Babalar, kızların zor zamanlarındaki en iyi sırdaşıdır…

İlerleyen günlerde, her gün hastaneye gitmeye başladık. Orda aynı bizim gibi bunları yaşayan bir çift daha vardı. Soner ile Sheree. Onlarda orada oğulları Kaan için nöbetteydiler. Kaan’ında yemek borusu yoktu ve ayrıca kalbinde sorun vardı. Onlar bir süredir orada olduklarından, duruma daha çok hakimdiler. Sağolsunlar bize hep destek oldular. Geceleri hastanede olmadığımdan, Sheree beni hep bilgilendiriyordu. Hepimiz zor günler geçiren ve birbirine destek olmaya çalışan güçlü insanlardık… Daha sonra Kaan’ımız hayat savaşına yenilip melek olup uçtu… O’nu hiç unutmayacağız…

Ameliyattan hemen sonra gelişmeler iyiydi. Bu arada bebeğime dokunmama izin verdiler. Minikle her gün elele tutuşuyorduk. Parmağımı sıkıca kavrıyordu. Sadece bu dokunuş için her gün 5-6 saat ayakta başında bekliyordum kızımın. Babası için durum daha zordu. Onu yoğun bakıma almıyorlardı. O yüzden perdenin arkasından 10 dakikalığına görebiliyordu kızını. O bütün gün aşağıda bizi bekliyordu. Ben bir türlü Neşe’den kopup gelemiyordum.

Anne sütüne yavaş yavaş başlayacaktık…

Beslenmeye başlamadan bir gün önce heyecanla ilk ağız sütünü hastaneye getirdik. Biberonla beslenmesi ağzına çok hacimli bir sıvı girişi sağlayacağından şırınga ile besleme yolunu seçeceklerdi. Bize sabah beslenme denemesi yapacaklarını söylediklerinden, hastaneye gittiğimizde bebeğimiz beslenmeye başlamıştır diye düşünüyorduk. Fakat heyecanımız kursağımızda kaldı… O’nu solunum cihazına bağlı şekilde bulduk. Sağ koltuk altına kaburgalarının içinden geçip ciğere ulaşan bir tüp takmışlardı. Sorduğumuzda, Neşe’nin ciğerlerinde enfeksiyon oluştuğunu ve takılanın tübün ciğere dolan sıvıyı atabilmesi için takıldığını söylediler. Enfeksiyon ciddi bir problemdi ve bu Neşe için büyük bir riskti.. Ciğerlerde başlayan bu enfeksiyon, daha sonra tüm vücuduna yayılmıştı. Enfeksiyon (buna geç sepsis deniyor aslında) ameliyattan sonra beklenen komplikasyonlardan biri ve aynı zamanda hasta bir bebek için en kötü seneryo da…

Neşe’ye uygun, doğru antibiyotik’i bulduklarında tedaviye cevap verebileceğini fakat durumunun kritik olduğunu, onu kaybetme ihtimalimizin dahi olduğunu söylediler. Her gün hastaneye gidip öylece bekledik. Eve döndüğümüzde, büyük bir sessizlik kaplıyordu içimizi. Zor dönemlerdi… Eşimle birbirimizin en büyük destekçileriydik. Neyse ki, 5-6 gün sonra Neşe antibiyotiğe cevap verdi. Bundan sonra iyileşme trendine gireceğini söyleseler de, hayati tehlikenin hala mevcut olduğunu da hatırlatmaktan geri kalmıyorlardı. Sonuçta bu bir bebekti ve çok çabuk iyileştiği gibi bir anda da kötüleşebilirdi. Gergin bir bekleme süreciydi…

Kızımızn hergün biraz daha iyileştiğine şahit oluyorduk ve bu bizi çok mutlu ediyordu. Nitekim doktorlardan artık sepsisin geçtiği ve hayati tehlikeyi atlattığı bilgileri geliyordu. Tam bunun sevincini yaşarken aldığımız bir başka haberle sarsıldık… Neşe’ye sepsis teşhisiyle müdahale yapıldığı o gece O’nu solunum cihazına bağlamak için başını arkaya doğru germeleri gerekmiş. Bu gerilmenin ameliyat dikişlerini attırmış olmasından endişe ediliyordu, zira yapılan testler yemek borusunda bir sızıntı olduğuna işaret ediyordu. Bu yeni bir operasyon demekti çünkü açıp bakmadan sızıntının ne boyutta olduğunu anlayabilmeleri imkansızdı. Anlayacağınız, yeni baştan herşey tekrar başlayacaktı. Başarıyla atlattığımız zorlu süreçleri, tekrar endişeyle geçirecektik. Bizi neler bekliyordu ?

Ameliyatı yapacak olan cerrah iki olasılık üzerinde duruyordu. Bunlardan ilki (iyi senaryo) yemek borusundaki sızıntının boyutunun küçük ve vücudun zamanla kendi kendine kapatabilecek boyutta olmasıydı. İkinci senaryo ise birinciye göre daha kötümserdi. Yemek borusu, yumuşak bir doku olmasından ötürü bir kez daha işleme tabi tutulamayacak bir maddeydi. Yani eğer dikişlerde atma var ise bunun yeniden onarımı söz konusu olamayacaktı. Bu durumda gırtlaktan bir delik açılarak yemek borusu gırtlaktan vücudunun dışına sarkıtılacak -böylece yutulan tükürüğün akciğerlere gitmesi engellenerek vücudun dışına atılmış olacaktı. Beslenme ise yine mideye açılacak bir delikten şırıngayla enjekte edilmek suretiyle yapılabilecekti. 1-2 yaşına kadar hayatını bu şekilde idame ettirecek, daha sonra yeniden ciddi bir operasyon geçirip kalın barsaktan yemek borusu yapılacak bir yöntem izlenecekti. Bunu öğrendiğimde söylenenlerden hiç korkmadım. Benim tek istediğim bebeğimin yaşamasıydı… O veya bu şekilde…

Eşimle durumu kabullemiştik. Ne vardı ki midesinden beslenecekse? Önemli olan yaşaması değil miydi? En azından bir çözüm vardı. Halimize şükredip evin yolunu tuttuk. Ertesi günü Neşe’nin ameliyata alındığını öğrendik. Bu kadar çabuk olacağını beklemiyorduk. 4.5 – 5 saat süren bir operasyondu. Heyecanla Neşe’mizin yüzünü görmeyi bekledik. Ameliyat çıkışı bilgi almak için doktorun odasına gittik. Bize yemek borusunun tekrar dikilebilir olduğunu gördüğünü ve bu yüzden yeni doğan da daha önce Türkiye’de hiç denemmeyen bir teknik uyguladığını söyledi. Mideyi göğüs kafesine (sağ akciğerinin hemen arkasına) çekerek bir nevi midenin yemek borusu fonksiyonu görmesini sağlamışlardı. Doktorumuz, kızımızın bu durumdan en iyi şekilde çıkabilmesi ve hayatı boyunca daha rahat bir yaşam sürebilmesi için tüm çabasını ortaya koyuyordu. Bu kullanılan yeni teknikle, diğer senaryoya ihtiyaç duyulmayacaktı. Çok sevinmiştik. Her şeyin iyi olacağına inancımız tamdı.

Ameliyat sonrası yine vücudunda ödem oluşmuştu. Artık gözümüz ödem falan görmüyordu. Tek isteğimiz, Neşe’mizin sağlıklı bir şekilde evine gelmesiydi.

Ödem günden güne iniyordu. Fakat bu seferde, gecenin bir yarısı Neşe solunum refleksini yitirmişti. Hemen cihaza bağlanmıştı. bu olay ilginç bir şekilde bana malum oldu. Gece 04:00 gibi uyandım. Kalbimin sıkıştığını hissediyordum. İçimden çok büyük nedenini bilmediğim bir huzursuzluk vardı. Dayanamayıp hastaneyi aradım. Nöbetçi doktora “Neşe’ye bir şey mi oldu?” diye sordum. O da bana durumu açıkladı bir yandan da bana destek olmaya çalıştı. Neşe, tekrar solunum makinesine bağlanmıştı. Aynı seneryayu bir kez daha yaşayacaktık. Tam solunum makinesinden ayrıldığı günün gecesi tekrar makinaya bağlanmak zorunda kalacaktı benim minik gerilla kızım. Bu kötü kabustan artık uyanmak istiyordum…

İlerleyen günlerden birinde, sabah telefon çaldı. Arayan babamdı. Hemen hastaneye gitmemizi, Neşe’yi ameliyata alacaklarını ve bunun için bizim imzamızın gerektiğini söyledi. Evden nasıl çıktık? O yolu nasıl gittik? Hiç bir fikrim yok. Şoktaydık. Madem yemek borusu tekrar dikildiyse ve bunda bir sorun umulmuyorsa, şimdi hangi ameliyata girecekti?

Doktorla konuştuğumuzda, gece kalın bağırsağının mideye yapışık olan çepherinin yırtılmış olan diyaframdan geçerek göğüs kafesine çıktığını ve bir anda göğüs bölgesinde ciğerler, kalp ve mideyle beraber kalın bağırsakla birlikte baskı oluşturduğunu ve bu nedenle akciğerlerin solunum fonksiyonunu gerçekleştirebilecek kadar şişecek alanı kalmadığını; kalın bağırsağın yerine sabitlenmesi gerektiğini aksi takdirde bu durumun tekrar edeceğini ve hayati risk teşkil edeceğini söyledi. Sorgusuzca, imzaladı eşim kağıdı. Zaten onlar bizim kızımızın sağlığı için debelenirken başka ne ne yapılabilirdi ki? Bu ameliyattan karın yarıldıktan sonra bağırsak aşağıya çekilip sabitlendi. Yine aynı iyileşme sürecini yaşadık. Ödemin olması, şişlik, solumun cihazı, solunum cihazından ayrılma ve nihayet iyileşme sürecine giriş…

Ameliyattan bir hafta-10 gün sonra enjektör ile anne sütüne başlanma kararı alındı. Bu bizim için müthiş bir haberdi. Anne sütünün her şeyin ilacı olduğuna inandığımdan, kızımın daha da güçleneceğini düşünüyordum. Öyle de oldu. Hastaneye yerleştim ve Neşe yoğun bakımdan yanıma getirildi, emzirme denemelerine başladık. 1 hafta boyunca iyi gelişmeler gösteren Neşe’yi taburcu etme kararı aldılar. O gün kızımızın yeniden doğduğu gündü. En mutlu günümüzdü. Kızımız zorlu yaşam savaşından galip ayrılmıştı. Küçük Amazon, artık evine gidebilmek için hazırdı.

neşe.jpg
Adsız.jpg
bottom of page